“Umudunu Kaybetme” filminde Chris Gardner’ın söylediği azimli sözler.

  • Evsizdim ama umutsuz değildim. Hiçbir zaman iyi günlerin geleceğine dair inancımı kaybetmedim.
  • Öyle çok seveceğiniz bir iş bulun ki sabahları yataktan kalkmak için sabırsızlanın. Önce mutlu olacağınız bir iş bulun. Para ikinci planda yer alsın. İşinizi severek yaparsanız para sonradan gelir zaten. Benim sahip olduğumdan çok daha fazla paraya sahip olan insanlar tanıyorum. Ama acınacak kadar mutsuzlar. Mutlu olmak en önemli şey.
  • İki seçeneğimiz vardı. Ya yemek yiyecektik ya da motelde kalacaktık. Biz yemeyi seçtik. Tren istasyonunda kaldık, tuvaletlerde uyuduk.
  • Gençlerin bana her zaman sorduğu bir soru var: Başarının sırrı nedir? Başarının sırrı, başarının sırrının olmamasıdır. Sadece bir kural var: istediğin şeyin önünü kes ve elde et!
  • Yapacağınız işin eğitimini alın, okulu bitirin. Bu size birçok seçenek sunar. Başarılı olmayı benim yaptığım gibi yapmak istemezsiniz. Okulu bitirmeden bir işe girmek imkânsız olmasa da çok daha zor.
  • Ne kadar meşgul olursam olayım, sokağa çıkıp yürümeye ve etrafımı seyretmeye zaman ayırırım. Böylece ne kadar çok yol kat ettiğimi düşünür, hayatımda attığım her küçük adımın kıymetini anlarım.
  • Chicago, New York veya San Francisco sokaklarında yürürken birinin sana “merhaba, beni hatırlamıyor olabilirsiniz ama işe girmemi sağladığınız için çok teşekkür ederim” demesi kadar harika bir şey yok. Dağların nasıl yerinden oynadığını biliyor musunuz? Taş itebilen herkes taşları, kaya itebilen herkes kayaları iter. Böylece büyük bir dağ yerinden oynayabilir. Eğer hepimiz yapabileceğimiz her şeyi yapsaydık çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olurduk.
  • Cesur olmak zorundasınız. Çünkü size her zaman “yapamazsın”, “yapmamalısın” veya “neden” diyecek kişiler çıkacak. Sizin “ben yetkili bir şirket avukatı olmak istemiyorum; ressam olmak istiyorum, resim yaparken heyecanlanıyorum” diyecek cesaretiniz olmalı.
  • Ne kadar paranız olursa olsun eğer mutlu değilseniz yeteneğinizin ve paranızın kölesinden başka bir şey değilsiniz. İşinizin değerli ve anlamlı olduğunu hissedeceğiniz işi yapın. Eğer amacınız sadece para kazanmaksa bu bambaşka bir konu.
  • Küçük bir çocukken ilk tutkum Miles Davis olmaktı. Miles Davis gibi biri olmak istemiyordum; Miles Davis’in kendisi olmak istiyordum. Annem bana, “Oğlum, Miles Davis olamazsın. Ondan zaten bir tane var ve o işi o kapmış,” deyince o zaman bir gün bir alanda bir dünya markası olmaya ant içmiştim.
  • İleri gittiğini bildiğin sürece çok küçük adımların bile önemi vardır. O adımları atarken sana küçükmüş gibi görünebilirler ama onların hepsini toplarsın ve bir gün o mesafenin seni nereye getirdiğine bakıp şaşırırsın. “O” yere geldikten sonra kendine olan güvenin artar, önündeki seçenekleri daha iyi görebilir, fırsatları daha iyi değerlendirebilirsin. Ancak ondan sonra büyük adımlar atabilirsin. Bu yüzden küçük adımların önemi tartışılmaz.
  • Hepimiz genetikten bir parça anlarız. Babandan gözlerini, annenden burnunu alırsın ve bu konuda yapabileceğin bir şey yoktur. Ama ruhsal yapını sen seçebilirsin. İnanacağın şeyleri seçebilir, benimseyebilir, onlara sadık kalabilir ve onların peşinden koşabilirsin. Benim yaptığım tek şey bu.
  • “Bağımsızlık Bildirgesi” yaşama, özgürlük ve eşitlik haklarını güvence altına alıyor. Ama mutluluğu garanti etmiyor. Mutluluğun peşinden senin koşman gerek.
Daha Fazla

Yazılım projeleri çöpe gidiyor

Agile Turkey’in yaptığı araştırmaya göre, bilişim alanındaki yazılım projelerinin yarısı çöpe gidiyor.

Agile yaklaşımını Türkiye’de yaymak için kurulan Agile Turkey Derneği, bilişim alanındaki yazılım projelerinin başarısını ölçmek adına bir araştırma yaptı. AgileTurkey.org üzerinden yapılan araştırma sonucunda yazılım projelerinin yarısının başarısız olduğu tespit edildi.

Agile Yaklaşımı, iş dünyasında yazılım projelerindeki verimliliği artırmak, takım ruhunu güçlendirmek ve hiyerarşiyi yıkmak için geliştirildi. Bu yaklaşımı Türkiye’de yaygınlaştırmayı amaçlayab Agile Turkey Derneği, web sitesi üzerinden Türkiye’deki yazılım projelerinin başarısını ölçmek adına bir araştırma başlattı. Üç ayda tamamlanan araştırma, özellikle bankacılık ve telekomünikasyon sektörlerinde yer alan 50 farklı şirketten, ağırlıklı olarak yazılım alanında görevli, 400’ün üzerinde profesyonelin katılımıyla gerçekleşti. Alanında bir ilk olma özelliği taşıyan bu ankete göre;

Türkiye’deki yazılım projelerinin yarısı, yüzde 50’nin altında bir başarı oranına sahip,

Proje başarı oranları yüzde 70’in üzerinde olan şirketler ise Agile Yaklaşımları kullanıyor,

Türkiye’deki şirketlerin yüzde 64’ü, yakın bir gelecekte yazılım projelerinde Agile Yaklaşımları kullanmayı planlıyor,

MASRAFLARIN YARISI ÇÖPE GİDİYOR

Agile Turkey Dernek Başkanı Mehmet Yitmen, dernek olarak gerçekleştirdikleri anket çalışmasını şöyle yorumladı:

“Agile Yaklaşımların dünyadaki tahmin edilen yüzde 80’lik kullanım oranıyla kıyaslandığımızda Türkiye olarak önemli bir rakama ulaşılmış durumda. Bu rakam doğrultusunda son yıllarda Türkiye’de de Agile dönüşümün hızlandığını ve hızlanarak devam edeceğini söylemek mümkün. Fakat yine de bu türdeki araştırmalar bize gösteriyor ki, yazılım projelerinde harcanan emek, ayrılan bütçe, yapılan masrafların yarısı çöpe gidiyor. Dernek olarak gelin bu israfı durduralım diyoruz. Bunun yöntemi için, dünya çapında başarısı kanıtlanmış ve gittikçe yaygınlaşan Agile Yaklaşımlarını öneriyoruz.”

Yitmen ayrıca, sektöre dair öngörülerini de paylaştı: “Yazılım projelerinde değer üretmeye yönelik ciddi bir yöneliş olduğu görülüyor. Bu doğrultuda sektörde, zaman ve bütçe yerine üretilen fonksiyonellik ve kalitenin öncelikli başarı kriteri olduğu benimseniyor. Bu yönelime paralel olarak, proje başında detaylı analiz ve zaman planı yapmak, bunlara uymaya çalışmak, zaman planına uyabilmek için kaliteden ödün vermek gibi stratejiler değer kaybediyor. Bunun yerini, müşteriyi sürece dahil etme, yüksek kaliteyi koruma ve değişime hızlı adapte olabilme yönünde stratejilerin geliştirileceği görülüyor.”

İlgili habere ulaşmak için tıklayınız.

Daha Fazla

Google`ın hakkımızda neleri bildiğini öğrendiğinizde ağzınız açık kalacak

Google’ı neredeyse hepimiz kullanıyoruz. Arama devinin son zamanlarda çeşitli sayfalarda gösterdiği gizlilik uyarısını görmüşsünüzdür. “Bu işler önemli” başlığıyla gösterilen uyarıyı bir çoğumuz es geçiyoruz ve zaman kaybetmek istemiyoruz. Zira Google’ın hakkımızda toplayacağı bilgileri bir daha okumak, belki de sinirlerimizi bozacak. Dolayısıyla bunları tekrar görmek istemiyoruz. İşte Google’ın hakınızda bildiğiklerinden bazıları:

CNN’in raporuna göre Google, Gmail ile gönderdiğiniz ve aldığınız tüm e-postaları elinde bulunduruyor. GTalk ile yaptığınız tüm sohbetler, Google Voice ile yaptığınız görüşmeler de Google’ın elinde. Google Calendar’ı kullanıyorsanız, gün gün tüm yaptıklarınız da arama devinin kontrolü altında. Kişi listeniz, hakkınızdaki bilgiler ve tanıdığınız kişiler hakkındaki bilgiler de Google’ın bilgisi dahilinde. Google+ veya Picasa’ya yüklediğiniz fotoğraflar, Reader veya iGoogle yoluyla okuduğunuz ve ilgilendiğiniz haberler ve konular, Google’dan hiç de gizli kalmıyor.

Bitmedi, dahası da var…

Google her şeyinizi biliyor. Peki ne yapmalı?

Google’da arama yaparken oturum açmışsanız ve bir hastalık, politik görüş, Google hizmetleri hakkında bir dedikodu ve fazlası hakkında arama yaptıysanız bunlar, Google tarafından kayıt altında tutulyor. Google gibi arama konusunda inanılmaz bir teknolojiye sahip bir şirketin, bu verilerden istediği bilgiyi elde etmesi çok kolay olsa gerek. Google’ın oturum açmadığınız zamanlarda 6 ay boyunca aramalarınızı takip edebildiğini de hatırlatalım.

Bu arada Facebook’un daha fazlasına sahip olabileceği konusuna hiç girmiyoruz. Tüm bu yaptıklarınız, kayıt altına alınanlar bir kere gerçekleştikten sonra geri alınamaz hale geliyor.

“Kötü işler yapma” sloganıyla yürüyen Google’ın kötü işler yaptığını söylemiyoruz. Google, sunduğu hizmetlerle hayatımızda büyük kolaylıklar sağlıyor. Google, kar elde etmek ihtiyacı duyduğunu bizlerden gizlemiyor. Ancak Google’ın yeni gizlilik politikasını “mümkün olduğunca çok saydamlık ve seçim” sunduğu iddiası açıkçası biraz kafa karıştırıcı…

Google, bilgilerimizi indirmeye izin veriyor. Ancak bilgilerimizi kaydetmemesini istediğimizde, buna yönelik bir seçenek bulamıyoruz. Google ve Facebook, bir çoğumuzun onaylamayacağı veya anlamayacağı bir yolla özel bilgilerimizden gelir elde ediyor. Ancak hacker’lar bu konuda daha da ileri gidebilir ki bunun birçok örneği var.

Daha Fazla

Facebook için kazan kaynıyor

Dev sosyal paylaşım sitesi son dönemde başarılarından çok, uyguladığı sansürler ve yaşadığı güvenlik problemleriyle gündeme geliyor.

İlk olarak 2008 yılında bebek emzirme fotoğrafını kaldırıp, kullanıcıyı silen Facebook, o dönem bunu gençlerin sıkça kullandığı bir platformda bu tarz fotoğrafların kullanılmasının “sakıncalı” olduğunu belirtmişti.

Bu günlerde ise bebeğin doğrudan emzirildiği fotoğrafları “sakıncalı” görmeyen Facebook, bebeğin doğrudan emzirilmediği fotoğrafları silip, kullanıcıyı engellemeye devam ediyor.

Anneler ise bu durumdan oldukça şikayetçiler. Bu konuda en büyük tepki ise Vancouver’dan geldi. Bebek emzirme fotoğrafları yüzünden defalarca fotoğrafları silinen ve siteden atılan Emma Kwasnica, bu işin peşini bırakacak gibi görünmüyor. Kwasnica, sitenin çok açık bir şekilde ayrımcılık yaptığını belirtiyor. Ayrıca sabahtan akşama kadar çocuğuyla beraber vakit geçiren annelerin bebek emzirirken çekilen fotoğrafların “pornografik” içerik olarak görülmesini de şiddetle kınıyor. Zira bebeklerini sadece beslediklerini, yani bu durumun normalde yemek yerken çekilen fotoğrafların Facebook üzerinde paylaşılmasından farkı olmadığını söylüyor.

Fotoğraflar tamamen silinmiyor

Facebook’un başını ağrıtan bir diğer problem ise silinen fotoğrafların aslında “tam olarak” silinmemesi.

İlk olarak 2009 yılında farkedilen bu sorun, günümüzde de çok fazla çözülmüş görünmüyor. Size sıkıntı yaratan ya da beğenmediğiniz bir fotoğrafınızı silmenize rağmen sunucularda bu fotoğrafı halen bulabilmek mümkün. Google tarzı arama sitelerine adınızı ve soy adınızı yazarak bu sonuca rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz.

Facebook ise durumun farkında olduklarını ve yoğun bir çalışma içinde olduklarını belirtiyor. Eski kullanıcılardan çok azının hala bu sorunla uğraştığını ve eski sistem üzerindeki fotoğrafların, gelen istekler üzerine 45 gün içinde fotoğrafların tamamen silinebileceğini ekliyorlar. Gelecek “yeni sistemle” birlikte bu süreyi en az indirmeyi hedeflediklerini söylüyorlar. İlk etapta bir ay olacak bu sürenin zaman içinde daha da kısalması bekleniyor.

Daha Fazla

Dünya’ya en yüksek çözünürlükte bakış

Dünya’nın şu ana dek çekilmiş en yüksek çözünürlüklü fotoğrafları NASA tarafından yayınlandı.

Nasa tarafından uzaya gönderilen en son uydu olan Suomi NPP tarafından çekilen görüntüler 8000×8000 piksel. Kuzey ve Orta Amerika’yı görüntüleyen fotoğrafa “Blue Marble2012” adı verildi. Bilindiği üzere 1972 yılında Apollo 17 adlı uydu, Arap Yarımdası ve Afrika Kıtası’nın fotoğrafını çekmiş ve o fotoğrafa “Blue Marble” adı verilmişti. Uydu bu görüntüleri üzerindeki özel kızılötesi kamera (VIIRS – Visible Infrared Imager Radiometer Suite) ile elde etmiş.

Suomi NPP, hava koşullarını takip etme ve bilim adamlarının uzun dönem hava ve iklim değişikliklerini takip edebilmesi için uzaya gönderilmişti.

Bu bağlantıdan tam çözünürlüklü halini indirebilirsiniz.

Kaynak: Interpromedya

Daha Fazla

Bir zamanlar MS-DOS vardı

Microsoft bir zamanlar böyle reklam yapıyordu.
İşte o reklam:

MS-DOS 30 Yaşında

Microsoft’un işletim sistemi macerası bundan tam 30 yıl önce MS-DOS ile başladı. 27 Temmuz 1981 yılında Seattle Computer Products tarafından geliştirilen QDOS‘un (Quick and Dirty Operating System) tüm haklarını satın alan firma, daha sonra bu işletim sistemini MS-DOS olarak adlandırdı.

Microsoft, Seattle Computer Products‘a QDOS için yaklaşık 50.000 usd ödedi. Ancak firma daha sonra IBM ile MS-DOS’un lisans haklarıyla ilgili oldukça yüksek bir satış kârı elde etti. 1981 yılının Ağustos ayında neredeyse evlere giren tüm IBM PC‘lerde Microsoft’un işletim sistemi bulunuyordu.

Üzerinden yıllar geçti ve Microsoft pek çok farklı MS-DOS sürümleri geliştirdi. Bu sıralarda rakip firmalar da farklı DOS tabanlı işletim sitemlerini geliştirmiş olsalar da hiç biri MS-DOS’un başarısını yakalayamadı. Microsoft her ne kadar 1985 yılında grafiksel işletim sistemini piyasaya sürmüş olsa da MS-DOS’un gücünden hiçbir şey eksilmedi. Ta ki 1995 yılında oyun yapımcılarının MS-DOS’u yavaş yavaş bırakıp Windows 95‘e geçmesine dek.

MS-DOS’un son sürümü olan 6.22, 1994 yılında piyasaya sürüldü. Yedinci ve sekizinci sürümler ise Windows 95 ve Windows ME’nin birer parçası olarak kaldılar. Bugün dahi Volfied gibi pek çok klasik oyun oynayabilmek için MS-DOS’a ihtiyaç duyuluyor. Windows kullanıcıları yılların eskitemediği MS-DOS uygulamalarını çalıştırabilmek için DOSBox gibi programlar kullanıyor.

Daha Fazla